GÜLTEKİN AKYAR
Antik Çağ ve Şamanizm İnançlarının Milas Halk Kültüründeki İzleri
Anadolu, yani üzerinde yaşadığımız coğrafya
Paleolitik çağdan yana sürekli bir iskana sahne olmuş, çeşitli göçlere,
istilalara tanıklık etmiş ve bir çok medeniyete kucak açmıştır. Üç bine yakın
antik yerleşim bölgesiyle yurdumuzu bir açık hava müzesi sayabiliriz. Çok
kültürlülüğün içinde bile, kendi öz kültürünü oluşturabilmiş bir Anadolu’dan
söz ediyorsak; inanç sistemlerinin de köklerine inmemiz gerekebilir. İnanç
sistemlerinin izlerini ise, günümüz halk kültüründe bulmamız mümkündür. İnanç
ve kültürleri bir zincir halkası gibi düşünürsek eğer, geçmiş kültür
birikimlerinin birbirinden kopmadığı, aksine egemen kültürün potasında eriyerek,
başka bir kimlikte var olduğu görülmüştür.
Bu
sürekliliğin güzel bir örneğini görmemiz için antik Karia sınırlarındaki Milas
kentine bakmamız yeterlidir. Bugünkü Milas, Muğla ili sınırları içerisinde,
günümüz Ege bölgesinin güney batısında bir ilçedir; ve antik çağın Karia
bölgesinde yer almaktadır. Antik ismiyle Mylasa, Karia’nın en büyük ve mühim
şehridir. İsmindeki eski Anadolu kentlerine has bir sonek takısı olan ‘asa’ eki
bu kentin eski bir yerleşme olduğunun etimolojik kanıtıdır. Karlar kendine has
savaşçı bir ulustur. Alkaios’un ‘Karia sorguçlarını titreterek’ demesi bu geçmişi
fısıldar. Konuştukları dil Karca’dır,
Hellenler ‘kaba ve boğuk’ konuşan bu halkı, tüm Hellen olmayanları
adlandırdıkları gibi, ‘barbar’ olarak tanımlarlar. Karca M.Ö. 3.yüzyıla dek
Yunanca’ nın yanı sıra konuşula gelmiştir. Bugün halkın konuştuğu Milas ağzına
şöyle bir kulak tuttuğunuzda Karca’nın kaba şivesinin esintisini
hissedebilirsiniz. George Bean de bu tezi desteklercesine, bu şivenin Karia’nın
mirası olduğunu eserinde belirtir.
Labraunda kutsal alanında her yıl yapılan
kutsal şölenin ve Karia’nın kadim tanrısı Zeus Karios’a sunulan boğa
kurbanlarının günümüz halk kültüründeki izlerini, yakın bir geçmişte Aşkıdil Akarca,1959 yılında gözlemlemiştir. Kuraklık
zamanlarında yağmur duasına çıkan halkın uyguladığı antik bir kut törenini
betimler. Milas’ın doğusundaki Kuyruklu Asar tepelerine çıkan halk burada Boğa
dedenin mezarında genç bir boğa kurban ediyor; sonra eti parçalayıp, yabani
hayvanların yemesi için etleri çalılara bırakıyorlardı. Akarca’ya göre bir
tepede boğa keserek edilen bu yağmur duası, Labraundos kültünün kılıf
değiştirmiş halidir. Karia’da yüksek tepeler ve dağ yerleşimleri Tanrı’ya
ulaşmanın yoludur ve Zeus’a boğa kurban edilir. Milas’ta neredeyse her yüksek
dağ ve tepede, taşlarla çevrili böyle kutsal alanlar mevcuttur; bu kutsal alana
bazen ulu bir ağaç da eşlik eder. Orada bir mezar olup olmadığı meçhuldür,
halkça bu çok da sorgulanmaz; çünkü önemli olan o alanın kutsallığıdır. ‘Dede’ kavramı somut
değil; soyut bir kavramdır. Adlandırıldığı tepeye koşulsuz kutsallık atfeder.
Dilek dilenir; bez bağlanır; dilek gerçekleşince de kurbanlar kesilir.
Milas
halk kültüründe böyle kutsal yerlerin, ulu ağaçların bir koruyucusu olduğuna
inanılır. Bu kimi zaman kara bir yılandır. Bu yerleri tahrip etmeye gelen kötü
niyetli kişilerin karşısına böyle bir yılan çıkabilir. İki bin yıl öncesine
gidersek; Roma mitolojisinde yerin koruyucu ruhu yani ‘Genius Loci’ karşımıza
çıkar; Genius Loci de yılan olarak betimlenir. Sizce bu bir tesadüf müdür yoksa
kültürün kesintisiz aktığının bir göstergesi midir?
Zaman
durmaz; su gibi akar. Zamana hükmedilemese de suya hükmedilir biraz, suyun
böylesine bol olmadığı zamanlarda Bodrum ve Milas yöresinde yapılan su sarnıçları
böylesi bir hükmetme çabasını gösteren anıtlar gibi, bizi başı dik şekilde
selamlar. Yöredeki sarnıçların kubbesine bakıldığında silindirik doğal bir taş
göze çarpar, iyice bakarsanız bazılarının bir ‘fallus’ figürüne tıpa tıp
benzediğini görebilirsiniz; öyledir de. Yöre halkına sorduğunuzda süs der
geçer; ketumdur; gelenekler hakkında pek konuşmaz. Sarnıçların tepesindeki bu
fallik simge, kökü Antik çağa dayanan, bereket ve üremeyle bağlantılı kültle ilintili
olabilir. Aynı fallik figüre ‘kirman’ denilen yün eğirme aletinde de rastlanır. Ortasından geçen çubuğun tepesi bir
fallustan farksızdır. Bu inanç kaybolmadan yöre halkının, bellek ve
uygulamasında hala varlığını sürdürür.
Türkler
Anadolu’ya adım atıp, Zeus Labraundos kutsal alanına geldiklerinde, o alanın
kutsal suyunu kullandılar; evler ve keçiler için barınaklar yaptılar. Labranda
antik kenti onlar için kutsal değildi; onlar kutsallığı başka bir yerde
buldular: Türbe’de. Türbe köyü mezarlığındaki ‘Türbe’ hakkında bugün çeşitli
efsaneler anlatılır.
Bu yöre
ve bir çok Çomakdağ köyleri sırtını Beşparmak dağlarına antik adıyla Latmos’a
yaslar. Beşparmak dağları kendi efsaneleriyle var olur; Bafa gölünde mehtabın
ipeksi ışıltılarına kapılıp giderseniz bir akşam, işte o zaman çoban Endymion
ve Ay Tanrıçası Selene’nin aşkını hatırlayın. Köylülerden biri size, yılanın
bir insana olan umutsuz aşkını anlatırsa şaşırmayın. Beşparmak dağları yani
antik Latmos nice aşk hikayesini bünyesinde sırlamıştır çünkü.
Milas yöresinde dağ taş
bir yana, ağaca bile derin bir saygı duyulur. Bunun en somut örneği
mersindir. Mersin fundalıklarda bulunan, bir Akdeniz iklimi bitkisidir.
Yaprakları hoş kokulu, meyveleri mayhoştur. Yapraklarıyla milli bayramlarda
zafer takları süslenir; Milas ve Bodrum yöresinde eskiden mezar başlarına bir
demet mersin dikilirdi. Bunun ölüyü rahatlatacağına inanılırdı. Bu inancın
kökeninde Antik çağ insanının orman perilerine olan inancı yatar. İnsanlar bu çağda
her ağacın canlı olduğuna, onların da
insanlar gibi acı çektiklerine inanırlardı. Nitekim antik inanca göre mersin,
Driyope adında bir kızdır; bir bitkiye zarar verdiği için, Tanrıların gazabına
uğrar ve bir mersin ağacına dönüşür. Bugün Milas ve Bodrum yöresinde halk, hala
ulu ağaçları kesmek istemez, yıkıma uğrayacağından korkar. Mersin dalları da
gelişigüzel kırılmaz.
Günümüz
Milas inançları Antik inançların yanı sıra Şamanizm’den de büyük ölçüde
etkilenmiştir. Türkler İslam’ı kabul ettikten sonra bile Şamanizmin güçlü
etkilerini gündelik gündelik yaşamda,
hele de Milas kültüründe apaçık görebiliriz. Göçer Yörüklerin kıl çadırlarına
baktığınızda eski Türklerin mezar kurganları gibi kabarıktır, Orta Asya’dan
gelenler şekilleri belleğinde koruyup aktarmıştır. Maviye ‘gök’ der köylüler;
yeşile de aynı ismi verirler. Mavi ve yeşil Gök Tanrı ve ruhlarla ilintilidir
çünkü. Gök renkli erkek kurt Gök Tanrı’nın da simgesidir.
Dahası gökteki Ay ve Güneş te kutsaldır. Eski
Selçuklu kabartmalarına baktığımızda erkek ve kadını temsilen ay ve güneş
kabartmaları bulunur. Güneş dişi olarak algılanır; bu Umay kültüyle
bağlantılıdır; Umay dişi ruhtur. Güneşin ve Ay’ın kutsallığına dair inancın
izleri günümüz Milas’ında varlığını sürdürür hala. Güneş ve Ay tutulmasında
havaya kurşun sıkılarak ya da teneke çalınarak, bu gök cisimlerinin eski haline
gelmesinin sağlanmasına çalışılır.
Kırsal
kesimde halk, güneş doğarken uyuyandan bereketin kalkacağına inanır. Bu Hunlar’ dan beri gelen güneş doğarken ona
saygı gösterip, selamlama geleneğinin bir devamıdır. Üstelik Milaslı halk; geç kalkanları
:’Nasiplerin kapanır.’ diye de uyarmayı ihmal etmez.
Güneş
gibi ateş te bir yaşam kaynağıdır. Eski Türk toplulukları ateşte bir ruh
olduğuna inanır; ateşin temizleyici, kötü ruhlardan ve hastalıklardan
arındırıcı gücüne sığınırlardı. Bunun en yaygın kanıtı; Nazike
Bozdağ(Milas-Beçin.85 Merhum)’ın yaptığı bir uygulamadır. Nazar değen hasta
niyetine bir parça tuz alınır ve üstü okunulup; hasta kişiye bir parça verilir
ve tuzun kalanı yanan ateşe atılır. Bu şekilde nazarın veya hastalığın
gideceğine inanılır. Ateşe su veya çöp dökülmez. Ateş yuvanın devamlılığını
simgeler; Eski Türkler’in ailenin en küçük oğluna ‘Od-tegin’(Ocak Prensi)
demeleri bu soy devamlılığını ateşle bağlantı kurarak ifade etmenin bir başka
biçimi sayılır.
Bazen
de ‘yad’ adı verilen bir yağmur taşının yağmuru getireceğine inanılır
Şamanizm’de. Eskiden Milas’ta yağmur duasına çıkıldığında okunmuş taşların suya
bırakılması bu ‘yad’ taşı geleneğinin bir devamı sayılabilir.
Çomakdağ
yöresindeki Ketendere, Kızılağaç, Gökbel, Sarıkaya, İkiztaş köylerinde ahşap
kapı kanatlarında ve dolap kapaklarında ‘hayat ağacı ’motifi görülür. Aslında
şaman denilen din adamlarının davulunda bulunan kayın ağacı resimleri, yaygın
bir kültürü gösteren ‘Hayat Ağacı’ nı simgeler. Bu motif Orta Asya’daki kutsal
kayın ağacı figürünün devamıdır.
Yaşamda olduğu kadar, Milas’taki ölüm
inançlarında da pek çok Şamanizm etkisi vardır. Bu yörede eskiden görülen; kadının
kocasının veya ölen nişanlısının mezarına saç bırakması geleneğinin kökeni,
Orta Asya’daki öbür dünyada ona eşlik etme ve yası ifade eden bir uygulamaya
kadar dayanır. Kadın saçı buklelerine Eski Türk kurganlarında rastlanmıştır da.
Eski
Türkler, ruhun hortladığına,ve ancak ölümden üç, beş, yedi ve kırk günden
sonraki şölenin ardından ölüler alemine gideceğine inanırdı. Günümüzde Anadolu
ve Milas’ta ölünün ardından bu periyodlarda okunan mevlit uygulaması bu inancın
apaçık devamıdır. Dahası ölenin elbiseleri birilerine verilerek, ruhun ev ile
bağlantısının koparılması gerektiği vurgulanır. Ayakkabılarının ters çevrilmesi
de, Eski Türk kurganlarında ölünün yanına konan eşyaların ters konulması
geleneğinden gelir.
Somut
bir şeyler görmek isterseniz; Ketendere mezarlığındaki insan biçimli, beton üstüne kazınmış eski
mezar taşlarına göz atmak gerekir. Bu figürler Orta Asya’daki balbal tipli
mezar figürleriyle aynıdır. Orta Asya’da ‘Balbal’ öldürülen düşman sayısı kadar
mezar üstüne dikilen, insan biçimli heykellerdir. Mezarlar, çoğunda kutsal bir
türbe veya cami etrafında yoğunlaşır; bu uygulama yöreye pek yabancı değildir;
çünkü mezarla kutsal alanı bir araya getirmek Karia’ya özgü bir gelenektir.
Bu ve bunun
gibi Antik Çağ ve Şamanizm’e ait pek çok inanç ve uygulamayı Milas ve Bodrum
yöresinde gözlemlememiz mümkündür. Çünkü tarih boyunca kutsallık elden ele;
dilden dile aktarılarak sürer. Antik dönemlerin kutsal alanından sonra; Zeus ve
diğer Tanrılara adanmış tapınaklara rastlanır. Zamanla bu tapınaklar
bazilikalara çevrilir; kült heykellerin yerini haç alır. Daha sonra bazilikalar
camiye dönüşür; kutsal haçın yerini hilal alır. Asırlar içinde değişmeyen tek
şeyse; İnsanoğlu’nun inanma ve bir kutsala bel bağlama ihtiyacıdır. Bütün bu
uygarlık ürünlerinin dışında, insan kokulu, insan boyalı bir tadı tuzu vardır
Anadolu’nun. Toprağında insan soluğu tüter; dahası uygarlık
kokar.
KAYNAKÇA
Akarca Aşkıdil ve Turan, Milas Coğrafyası ve Arkeolojisi,
İstanbul 1955
Alpözen Oğuz, Antik Halikarnassos, Müze Eserleri turistik
Yayınları 2000
Çoruhlu Yaşar, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı
Yayınevi ,İstanbul 2010
Eren Naci, Hece Tahtaları-Antalya, Burdur, Bolu, Muğla
Çevresi. Arkeoloji ve Sanat Yayınları İstanbul 1984
Eyüpoğlu, İsmet Zeki, Tanrı Yaratan Toprak: Anadolu, Sinan
Yayınları, İstanbul 1973
İlimiz Muğla, Özgül Yayınları, İstanbul Ağustos 1992
Koç Aladdin, Bodrum, Yeni Milas Matbaası 1974
Milas-Çomakdağ, Güney Ege Bölgesi Arkeolojisi ve Kırsal
Mimarisi, Milli Reasürans Sanat Galerisi İstanbul Ocak 2010
Küçükeren Canan C., Karia: Ege’de Bir Anadolu Uygarlığı.
Ekin Yayın, İstanbul
Strabon,Geographika.XIV.2
S.26 Arkeoloji ve Sanat Yayınları
İstanbul 2012
Tüfekçi, Nevzat Çağlar; Milas, Kentimiz, Sevdamız ve
Hüznümüz Bizim. Milas Belediyesi Kültür Yayınları, Milas 2005